Uluslararası toplantılar ne zaman gerçekleşse Cumhurbaşkanımızın 2009 yılında “bir dakika” diyerek sözünün kesilmesine müsaade etmeyip tüm dünyanın şahit olduğu bir anda zalime hakkı haykırışı gelir gözlerimizin önüne. Hele Birleşmiş Milletler genel kurulunda “dünya beşten büyüktür” sözü hala belleklerde... Eminim ki dünyaya her seslenişi gocundurur içinde yara ve beresi olan herkesi. Zaten bu çıkışlarıyla dünyanın ezberlerini bozan bir lider oldu. Böylece dünyaya metin ezberletenlerin tüm planlarını yerle bir etti. Çünkü uyarıları sözde kalmayan bir liderdi o. Böylece söylediklerinin arkasında durması onu ayrıcalıklı ve güvenilir kılıyordu.
“One Munite” İngilizce’de “bir dakika” anlamına gelir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın Başbakanken İsviçre'nin Davos kasabasında 29 Ocak 2009'da Dünya Ekonomik Forumu (WEF) kapsamında düzenlenen ve dünya televizyonlarında canlı izlenen ve moderatörlüğün Washington Post yazarı David Ignatius’un yaptığı "Gazze: Ortadoğu'da Barış Modeli" başlıklı panelde Erdoğan'ın yanı sıra katılımcılar dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Mun idi. “One munite” Erdoğan’nın sözü kesilerek kendisine karşı takınılan ve batının iki yüzlülüğünü gösteren çirkin tavra karşı sözel tepkisinin ifadesi oldu. Ancak “one munite” gündelik kullanılan sıradan bir ifade olsa da o günden sonra riyakarların maskelerini bir bir düşüren Recep Tayip Erdoğan ismiyle özdeşleşti.
Aslında “One Munite”, panelde Peres'in Gazze saldırılarını meşrulaştıran sözleri ve diplomatik sınırları ihlal eden davranışlarıyla moderatörün taraflı tutumu karşısında Erdoğan’nın sözel bir tepkisiydi.
Anlaşıldığı üzere bu tepkiye sebep olan durum Erdoğan’ın, Peres'in Türkiye'ye ve Filistinlilere yönelik suçlamalarına cevap vermek isterken konuşmasının moderatör tarafından kesilmeye çalışılmasıydı. Ignatius'a dönerek "one minute" demesinin sebebi dünyanın gözü önünde kendisine karşı yapılan haksızlığa dur demesiydi.
Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan “one munite” diyerek Ignatius'u uyardıktan sonra Peres'e yüksek sesle şöyle hitap etmişti; "Sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum." Erdoğan’ın bu sözleri hala hafızalarımızda ve o gün bu duruşa tüm Müslümanlar sevinirken Siyonizmin kuklası olmuş vesayet ruhlu devlet ve muhalifler cin çarpmışa dönmüştü.
Erdoğan’ın paneldeki çifte standarda karşı tepki gösterip sonra, "Davos benim için bitmiştir." diyerek oturumu terk etmesi, salonda bulunan dinleyicilerin takdirini toplamış olmalı ki yapılan alkışların sesi gök kubbeyi doldurmuştu.
O gün, bir milat olmuştu. 29 Ocak 2009 tarihi dünyanın dönüm noktalarından birini teşkil eden unutulmaz bir gündü artık mazlumların indinde. O günden sonra bu tavır üzerine lehte ve aleyhte çok konuşmalar yapıldı, çokça yazılar döküldü kalemlerin ucundan.
Erdoğan’ın bu asil çıkışı karşısında belki de en dikkat çekici tavır, Siyonizm ve İsrail karşıtlığıyla bilinen ABD'li Haham Yisroel Dovid Weiss’den gelmişti. Çünkü AA'ya verdiği mülakatta, Erdoğan'ın, "one minute" çıkışıyla ilgili olarak, "O gün hepimiz rahat bir nefes almıştık." deyişi, sıradan bir söz değildi. Bu, İsrail’in Siyonizm adına sergilediği davranış ve tutumların tüm Yahudilerce kabul edilmediğinin bir itirafıydı. Siyonizm için din, istilacı bir ruhla dünyevi hedeflerine ulaşmada kullandıkları bir araçtı sadece. Siyonizm’in seküler anlayışında dinden uzak hatta onu ret ederek yaşadıklarını görebilmekteyiz. Siyonizm bugün dinsizliği temsil ettiği için dindar Yahudiler bu anlayış asla kabul etmemekteler.
Yahudilerin Filistinlilere uyguladığı zulme dünyada çok az sayıda liderin karşı durduğuna değinen Weiss’in, şu ifadeleri dikkat çekicidir.
"Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Filistin davasına ve Filistin halkına verdiği desteği takdirle karşılıyoruz. Ve ona dua ediyoruz. Allah ona yardım etsin. Belki de Erdoğan sayesinde Filistin sorunu çözülür ve barış hakim olur. Ben Erdoğan ile tanışmayı, onunla konuşmayı çok istiyorum. Erdoğan, Yahudilikle Siyonizm arasındaki farkı kardeşlerime çok daha net bir şekilde anlatacaktır. Bu konuda önderlik edecektir."
Dindar Yahudiler Erdoğan’ın o günkü duruşunu takdir ederlerken bizde o günlerde kirli yüzünü saklayan, riyakar, iki yüzlü, Ecevit’e rahmet okuyan, cennete girmesi için gece gündüz dua eden FETÖ artıkları Erdoğan’ı siyaset bilmemekle suçlamışlardı. Uluslararası kullanılan diplomatik dili kullanma becerisine sahip olmadığını her plartformda dile getiriyorlardı.
Bugün iktidarın icraatlarına harici bedhahlar gibi tahammülü olmayan işbirlikçiler o günden beri maalesef Bremen mızıkacıları gibi Siyonizm’in lehine olabilecek her şeyi koro halinde papağanca ötüp durmaktalar.
O tarihlerde konuyla ilgili sorulan soruya Demirel; “Bu çeşit olaylar, uluslararası toplantılarda olmaz, pek rastlanmaz. Keşke böyle bir olay hiç olmasaydı. Yaptığımız şey, bizim hoşumuza gidebilir, gitmez. Dünyayla beraber yaşayacağız. Hadiselere dünyanın nasıl baktığına da önem vermemiz lazım.”diye cevap vermişti, yani üzülmüştü. Yahudi dostları “ne derlerdi” derdindeydi. Hatırlanacağı üzere Demirel’in Cumhurbaşkanı olduğu dönemde İsrail ziyaretiyle ilgili gazete manşetlerinde şöyle bir haber vardı.” Türkiye'den İsrail'e en üst düzey ziyareti Cumhurbaşkanı Demirel gerçekleştirdi. 1980'de İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesine karşı çıkan Demirel, 1996 Martı'nda, Weizmann tarafından, "İsrail'in ebedi başkenti Kudüs'e hoş geldiniz" sözleriyle karşılandı. İşin neresinden bakılırsa bakılsın bu tükürüğün yalattırılması meselesiydi. “Dünyayla beraber yaşayacağız” sözünden biz, millet olarak dünyanın gözünden hiçbir kıymeti harbiyemizin olmadığını anlıyoruz. Çünkü o dönem ve öncesinde silik bir dış politika, halkıyla bütünleşmemiş bir yönetim anlayışı ve o “beraber olunacak dünya” için baskılanan bir kısım Türk vatandaşına reva görülen baskıcı bir yönetim sergileniyordu ülkemizde. Vesayete dayalı, ülke menfaatlerini hiçe sayan bir zihniyetin gölgesindeydi Türkiye.
“One munite” turnusol kağıdı gibi iyiyle kötüleri ayıran bir ayıraç oldu. Eşek arılarının yuvasına sokulan bir değnekti “one munite” haykırışı.
“One munite” ezberleri bozan bir Osmanlı tokatıydı.
“One munite” Firavuni kibrin Nil’de boğulmasıydı.
“One munite” Arz-ı Mev’ud’un safsatalığını ortaya çıkaran bir hakikatin terennümüydü.
Bu çıkışı basite almaya çalışanlar elbette içimizdeki işbirlikçi hainlerdir. Çünkü bu karşı çıkış Siyonizm’in itibarını yerle bir etmiştir. Dünya medyasının ellerinde olduğunu düşündüğümüzde olayı örtpas etmek için kolları nasıl sıvadıklarını tahmin edebiliyoruz. Çünkü bu karşı çıkış, bugüne kadar görülmemiş bir hareketti. Neredeyse dünyanın her yerini kendisine bağlayan bir Siyonizm ahtapotundan bahsediyoruz. Halklarına rağmen idarecilerin çoğunu belirleyen bir güç söz konusu. Güçlü ailelerle dünyayı parsellemiş bir dünya uru var karşımızda. Arz-ı Mev’ud hayalleriyle Ortadoğu’yu kan gölüne çevirecek gücü pervasızca kullanmaktan çekinmeyen gözleri dönmüş bir canavar bahis konusu.
“One munite” Yahudiliğin aleyhine konuşmanın suç sayılış kalkanını parçalayan bir gürz oldu. Sincan’da düzenlenen “Kudüs Gecesi” programında İsrail’in zulümleri dile getirildi diye 28 Şubat Post Modern darbesini yapan zihniyet içimizdeki Siyonizm uşaklarıydı. Ondan önceki darbelerin de planlayıcıları yine bunlardı.
İsrail, her tarafa sarmaladığı ahtapot kollarıyla dünyayı yönetmektedir. Mesela, “Dünya bankası, petrol baronluğu, dünya elmas piyasasının kontrolü, iç gargaşa ve savaştan sorumluluk, dünyanın tüm eğitim faaliyetlerinin kontrolü, satanist akımları oluşturup yönlendirme, ABD başkanlarının danışmanlığı, döviz trafiğinin kontrolü, sermayeleri yönlendirme, petrokimya endüstrisi dışında finans, sağlık ve vakıf işleriyle ABD adına manüplatif işleri yapma; hedefte olan ülkelerin ekonomisini batırıp o ülkeyi yardıma muhtaç hale getirerek IMF'ye mahkum etme faaliyetleri; yaptırdığı haberlerle ailelerin kirli işlerini örterken yayın yaptığı birçok ülkede bu ailelerin çizgisinde olmayan hükümetlere önceden Fox TV adı altında yayın yapan şimdiki NOV TV ile itibar kaybettirme çalışmaları”nı göz önünde bulundurduğumuzda “one munite” çıkışının sıradan bir çıkış olmadığını görür ve anlarız.
“One munite”nin dünyanın gözünü açacağını bildikleri için Türkiye’yi mutlaka Erdoğan’dan kurtarmaları gerekiyordu.
Onların MİT teşkilatımızın içinde olduğunu biliyorduk. İçimizdeki Siyonizme ilk darbeyi Hakan Fidan ismiyle biz indirdik onlara. Ordumuza çöreklenen Siyonizm’in uşaklarını bir bir temizleyerek Peygamber ocağını olması gereken konumuna getirdik. Savunma sanayimizi harekete geçirdik. Çünkü adamların niyetini biliyorduk.
Buna karşılık Siyonizm;
Gezi olaylarından tutun da 15 Temmuz hain girişimine kadar bizi durdurmak adına içimizdeki işbirlikçilerle elinden geleni ardına koymadılar.
Tüm bunlara karşı biz peygamberi bir metotla hareket ediyorduk.
“One munit”te Peygamber Efendimizin hicretten sonra Medine’de Yahudilere karşı izlediği siyasetin izleri mevcuttu. Medine Vesikasıyla başlayan ilişkiler ticaretlerine mani oluşla devam etmiş ve en güçlü Yahudi ailelerinin ihanetleri karşısında temkinli hareket edilerek sırasıyla Beni Kaynuka, Beni Nadir ve sonunda Beni Kureyza Yahudileri bertaraf edilerek Medine’den sürgün edilmiştir. Hayber Kalesi’ni feth ederek son darbeyi indirmişlerdi. İç cephenin güçlendirilmesiydi bu.
Günümüzde de Türkiye’de aynı siyaset izlenmektedir. Rabbimiz Enfal Suresi’nde “O halde onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla hem Allah'ın, hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah'ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz; ve bilin ki, Allah yolunda her ne sarfederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.”
Bugün hissi davranış sergileyenler düşünmeden düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmekteler ve devletimizin izlediği siyaseti engellemeye çalışmaktalar. Ayet mucibince biz hazırlıklarımızı kesintisiz yapmaktayız. Bedir savaşına onbeş yıl hazırlanıldığı gibi. Planlarımızı kendi bilinç ve seviye düzeyimize göre yapmaktayız. Fakat birileri bu planımızı ya engellemek ya da zamansız sahaya inerek işlevsiz hale getirmek istemektedir. Bu yerli siyasetimiz, Türkiye olarak varmak istediğimiz sonuca bizi götürmekte hatta bugün dünya Siyonizm’e karşı cephe almışsa bu da bu izlenen doğru siyaset sebebiyle gerçekleştmiştir.
Son Birleşmiş Milletler toplantısında Cumhurbaşkınımız Sayın Recep Tayip ERDOĞAN’ın izlediği siyasetin nasıl olumlu bir sonuç verdiğine hepimiz şahit olduk. Çünkü “sahada güçlü olan masa da güçlü olur” ilkesinin meyvelerini devşiriyorduk.
Ayasofya, Şam ve Kudüs yolunda son halkaya geldiğimiz unutmayalım. Her halkanın nasıl sancılı olduğunu hepimiz yaşayarak gördük.
Devletimize güvenelim. İdarecilerimize dua edelim. İstikametimiz doğru ve planlarımız derin ve akıllıca.
Kafirin planları olsa da Allah’ın planları hep galip gelecektir.
Mustafa SALİM
28 Eylül 2025 ANKARA